

Esas No: 2015/6354
Karar No: 2015/6354
Karar Tarihi: 23/10/2019
AYM 2015/6354 Başvuru Numaralı BEDİHA ALTUN Başvurusuna İlişkin Karar
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
BEDİHA ALTUN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2015/6354) |
|
Karar Tarihi: 23/10/2019 |
R.G. Tarih ve Sayı: 13/12/2019-30977 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
Başkan |
: |
Engin YILDIRIM |
Üyeler |
: |
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Rıdvan GÜLEÇ |
|
|
Yıldız SEFERİNOĞLU |
Raportör |
: |
Volkan ÇAKMAK |
Başvurucu |
: |
Bediha ALTUN |
Vekili |
: |
Av. Gültekin ALTUN |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, sicil notu iptaline dair yargı kararının icra
edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına
ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 8/4/2015 tarihinde yapılmıştır.
3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar
özetle şöyledir:
6. Başvurucu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İdare)
bünyesinde memur olarak görev yapmakta iken hakkında düzenlenen on üç ayrı
sicil notunun iptali için dava açmıştır. Siciller 1998 yılı hariç olmak üzere
1995 ile 2008 yılları arasında kalan döneme ilişkindir. Sicillerden yedi tanesi
iyi, altı tanesi ise orta olarak düzenlenmiştir. İptali istenen
siciller not olarak olumsuz
değildir.
7. İstanbul 4. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 30/9/2010 ve 22/7/2010
tarihlerinde verdiği kararlarla söz konusu sicil notlarının iptaline
hükmetmiştir.
8. Mahkeme iki farklı gerekçeye dayanmıştır: Bazı yıllar için tek sicil amiri ile sicil doldurulmasının hukuka
aykırı olduğu ifade edilerek,
bazı yıllar için ise sicil notunun takdirine
dair yeterli veri sunulmadığı ve başvurucunun da ilgili dönemde bir soruşturma
geçirmediği hususlarına dayanılarak
iptal hükümleri gerekçelendirilmiştir.
9. İptal hükümleri Danıştay İkinci Dairesi tarafından 3/3/2014
tarihinde verilen kararlarla onanmıştır.
10. Başvurucu 3/2/2014 tarihinde idareye başvurarak iptal
hükümlerinin yerine getirilmesini istemiştir.
11. İdare 6/2/2014 tarihinde verdiği cevapta ""başvurucuya sicil notu verebilecek bir sicil
amirinin bulunmadığını ve geriye yönelik 1995 ile 2008 yılları arası sicil notlarınıntespit edilmesinin fiilî olarak mümkün
olmadığını"" ifade etmiştir.
12. Bu cevap üzerine başvurucu 16/4/2014 tarihinde İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yargı kararını uygulamadığını ileri sürdüğü
memurlar hakkında görevi kötüye kullanma suçu isnadıyla şikâyette bulunmuştur.
13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 9/6/2014 tarihinde suçun
unsurlarının oluşmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar
vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliği
tarafından 29/1/2015 tarihinde reddedilmiştir.
14. Başvurucu, itirazın reddine dair kararı 9/3/2015 tarihinde
tebliğ aldıktan sonra 8/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Anayasa Mahkemesince, başvurucunun uygulanmadığını ileri
sürdüğü kararların gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu
hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında
İdareden bilgi istenmiştir. İdarece gönderilen 4/12/2018 tarihli yazı ve
eklerinde yukarıda aktarılan olay silsilesine yer verilmiş ve nihai olarak
başvurucu hakkında konuya ilişkin bir işlem tesis edilmediği bildirilmiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
A. Ulusal Hukuk
1. İlgili mevzuat
16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu"nun "Kararların sonuçları"
kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi şöyledir:
"Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare
ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının
icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya
mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz
günü geçemez."
17. 2577 sayılı Kanun"un 28. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
" Danıştay, bölge idare mahkemeleri,
idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde
bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi
ve manevi tazminat davası açılabilir."
18. 2577 sayılı Kanun"un 2. maddesinin birinci fıkrasının ilgili
kısımları şöyledir:
"1. İdari dava türleri şunlardır:
...
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel
hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam
yargı davaları "
19. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu"nun
devlet memurlarının sicil işlemlerini düzenleyen 110. ile 121. maddeleri
arasında kalan maddeleri 13/12/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun"un
117. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Bir başka ifadeyle
sicil notu uygulaması mevzuattan çıkarılmıştır.
20. 657 sayılı Kanun"un 111., 115. ve 119. maddelerinin bireysel
başvuruya konu iptal kararlarının verildiği tarihte yürürlükte bulunan hâli
sırasıyla şöyledir:
"Devlet memurlarının ehliyetlerinin
tespitinde, kademe ilerlemelerinde, derece yükselmelerinde, emekliye çıkarma
veya hizmetle ilişkilerinin kesilmesinde özlük ve sicil dosyaları başlıca
dayanaktır."
...
"Sicil amirleri maiyetlerindeki
memurların sicil raporları ile birlikte, bunların genel durum ve davranışları
bakımından da olumlu ve olumsuz nitelikleri, kusur ve eksiklikleri hakkında
mütalaalarını bildirirler "
...
"Sicil raporlarındaki sicil notu
ortalaması 100 üzerinden 60 ve daha yukarı olanlar olumlu sicil almış
sayılırlar. "
2. Yargı Kararları
21. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun yargı kararının
uygulanmaması nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen ısrar
kararının bozulmasına ilişkin 22/4/2014 tarihli ve E.2011/1088, K.2014/1787
sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Anayasada ve Yasada
yer alan emredici kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre
uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin
uygulamaktan kaçınmasının, "ağır hizmet kusuru" oluşturacağı açık
bulunduğundan, idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle
duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi
gerekmektedir.
İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil
raporunun "orta" olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı
ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine
karşılık gelecek not seviyesinde (71 notla yine orta olarak) düzenlenmiştir.
Ayrıca davacının hakkındaki soruşturma ve iddiaların sadece bununla ilgili
sicil hanelerinin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği yönündeki
iptal kararının gerekçesi dikkate alınmamış ve yeniden düzenlenen 2006 yılı
sicil raporunda hakkındaki soruşturma ve iddialarla ilgili olmayan sicil
haneleri aynı şekilde olumsuz değerlendirilmiş ve bunun sonucunda davacının
2006 yılı sicili yine 71 notla orta olarak düzenlenmiştir.
Belirtilen durum karşısında, idarenin mevcut
Anayasal ve yasal hükümleri gözardı etmek suretiyle
yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun sonucunda
davacının maenvi olarak zarara uğradığı kabul
edilmelidir.
Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini
gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını
uygulamadığı saptanan davalı idarenin, olaydaki kusurunun niteliği ve
ağırlığının dikkate alınarak Mahkemece takdir edilecek miktarda manevi
tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmektedir. "
22. Danıştay Onbirinci Dairesinin
yargı kararının uygulanmaması dolayısıyla açılan tazminat davasında hükmedilen
tazminat miktarının yeterli olmaması nedeniyle verdiği 22/4/2014 tarihli ve
E.2011/1088, K.2014/1787 sayılı bozma kararının ilgili kısımları şöyledir:
"2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun "Kararların Sonuçları" başlıklı 28. maddesinin 4001 sayılı
Yasayla değişik birinci fıkrasında, "Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin
kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye ve eylemde
bulunmaya mecburdur." şeklindeki kuralıyla Anayasanın 2. maddesinde yer
alan "Hukuk Devleti" ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiş ve 3.
fıkrasında; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri
kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare
aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası
açılabileceği belirtilmiştir.
Söz konusu ilkeler karşısında, idarenin maddi
ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan yargı kararlarını
"aynen" ve "gecikmeksizin" uygulamaktan başka bir seçeneği
bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında hukuk
kurallarına uyulmamasının hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru
işlediğini göstereceği ve tazmin sorumluluğunu doğuracağı kuşkusuzdur.
...
Anayasada ve Yasada yer alan emredici kurallar
karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte
olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan kaçınmasının,
"ağır hizmet kusuru" oluşturacağı açık olup, idari işlemin tarafı
olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü sıkıntı ve üzüntüden
kaynaklanan manevi zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece davacı için
takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan sıkıntı ve üzüntüyü kısmen de
olsa giderecek düzeyde olmadığı görülmektedir.
Bu durumda, manevi tazminatın amaç ve niteliği
dikkate alınarak, davalı idarenin olaydaki hukuk dışı ısrarlı tutum ve
davranışındaki kusurun ağırlığını ifade edecek ölçüde bir tazminata
hükmedilmesi gerekmektedir."
23. Danıştay Onikinci Dairesi 17/10/2017
tarihli ve E.2016/8661, K.20174829 sayılı kararı ile hizmet sözleşmesinin feshi
işleminin iptaline yönelik olarak verilen yargı kararının uygulanmaması üzerine
açılan tazminat davasının kabulüne ilişkin Afyonkarahisar İdare Mahkemesince
verilen 15/03/2013
tarihli ve E.2012/943, K.2013/205 sayılı kararı onamıştır. Kararın ilgili
kısımları şöyledir:
"...idare tarafından yargı kararının
uygulanmaması ve/veya çeşitli bahanelerle uygulanmasının geciktirilmesi
sonucunu doğuran ve hukuk düzeniyle bağdaşmayacak ve hatta yok denilecek kadar
ağır nitelikte hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin iptal edilerek
hukuk düzeninden silinmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı, yaklaşık 8
ay gibi bir süredir yargı kararını uygulamadığı anlaşılan davalı idarenin bu
tavrının ağır hizmet kusuru oluşturduğu sonuç ve kanaatine varıldığından,
davacının yaşadığı üzüntünün karşılığı olacak ve davalı idarenin olaydaki
kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde ve istemiyle sınırlı
olarak 10.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal
faiziyle birlikte davalı idareden tazmini gerektiği gerekçesiyle dava konusu
işlemin iptali ve davalı idarece
olayda kişisel kusuru bulunan kişi veya kişilere rücu edilmek kaydıyla
davacının manevi tazminat isteminin kabulüyle,
10.000,00-TL manevi tazminatın dava tarihi olan 19.11.2012
tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesi...
"
24. Danıştay İkinci Dairesi yargı kararının uygulanmaması
nedeniyle açılan tazminat davasının reddi yönünde verilen kararı 28/11/2017
tarihli ve E.2017/1297, K.2017/7408 sayılı hükmü ile bozmuştur. Kararın ilgili
kısımları şöyledir:
"Anayasada ve Yasada yer alan emredici
kurallar karşısında idarenin, maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir
nitelikte olan bir yargı kararını aynen ve gecikmeksizin uygulamaktan
kaçınmasının, "ağır hizmet kusuru" oluşturacağı açık bulunduğundan,
idari işlemin tarafı olan kişinin hizmet kusuru nedeniyle duyduğu her türlü
sıkıntı ve üzüntüden kaynaklanan manevi zararının giderilmesi gerekmektedir.
İncelenen olayda; davacının 2006 yılı sicil
raporunun "iyi" olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin yargı kararı
ile iptal edilmesi üzerine, aynı yıl sicil raporunun yine aynı başarı düzeyine
karşılık gelecek not seviyesinde (84,5 notla yine iyi olarak) düzenlenmesi
karşısında, idarenin mevcut Anayasal ve yasal hükümleri gözardı
etmek suretiyle yargı kararının uygulanmaması kastı ile hareket ettiği ve bunun
sonucunda davacının manevi olarak zarara uğradığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla; olayda manevi tazminat ödenmesini
gerektirecek koşullar oluştuğundan, davacı hakkındaki yargı kararını
uygulamadığı saptanan davalı idarenin olaydaki kusurunun niteliği ve
ağırlığının dikkate alınarak, davacının talebini aşmayacak ve Mahkemece takdir
edilecek miktarda manevi tazminatın davacıya ödenmesine hükmedilmesi gerekmekte
iken, koşulları oluşmadığı gerekçesiyle istemin reddine hükmedilmesinde hukuki
isabet görülmemiştir."
25. Danıştay
Beşinci Dairesi girilen meslek sınavında
başarısız sayılma işleminin iptaline dair yargı kararının uygulanmaması
nedeniyle yoksun kalınan maddi hakların ve duyulan üzüntüye karşılık gelen
manevi tazminatın ödenmesine hükmeden Ankara 7. İdare Mahkemesinin
8/4/2014 tarihli ve E.2014/245, K.2014/439 sayılı kararını 26/1/2015 tarihli ve E.2014/7198,
K.2015/399 sayılı hükmü ile onamıştır.
26. Danıştay Sekizinci Dairesi, yargı kararının uygulanmaması
nedeniyle açılan tazminat davasının süre aşımı gerekçesiyle reddi yönünde
verilen İstanbul 6. İdare Mahkemesinin 22/05/2015 tarihli ve E.2015/1148,
K.2015/1270 sayılı kararını bozmuştur. Daire, kararında yargı kararının
uygulanması taleplerin on yıllık genel zamanaşımı süresine tabi olduğunu ifade
etmiştir. Bozma kararının ilgili kısımları şöyledir:
"Olayda, davacı şirket tarafından
İstanbul 9. İdare Mahkemesi"nin 19/07/2012 gün ve E:2011/1673,K: 2012/1601
sayılı kararının 20/12/2012 tarihinde kesinleşmesi üzerine, söz konusu yargı
kararının uygulanması istemiyle on yıllık genel zamanaşımı süresi içerisinde
13/10/2014 tarihinde yapılan başvuruya altmış günlük cevap verme süresi ve bu
süreden itibaren altmış günlük dava açma süresi geçtikten sonra 21/04/2015 tarihli
işlem ile cevap verildiği görülmektedir.
Bu durumda; dava açma süresinin, 2577 sayılı
Kanunun 10. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesi kapsamında, davacının
başvurusunun reddine ilişkin 21/04/2015 tarihli işlemin davacıya tebliğ edildiği
tarihinden itibaren başlatılması gerektiği ve bu sonuçla da bakılmakta olan
davada süre aşımı bulunmadığı anlaşıldığından, temyize konu kararda hukuki
isabet bulunmadığı sonucuna varılmşıtır."
B. Uluslararası Hukuk
1. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi
27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:
"Herkes davasının,
medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda
kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla
kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve
makul bir süre içinde, görülmesini isteme hakkına sahiptir."
2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı
28. Sözleşme"nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6.
maddesinde kararların icrasından açıkça bahsedilmemekle birlikte Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak yargı
kararlarının icra edilmesi hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri
olarak kabul etmektedir. AİHM"e göre mahkemeye erişim
hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen
kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması,
yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, §
40).
29. AİHM"e göre herhangi bir mahkeme
tarafından verilen bir kararın icrası, Sözleşme"nin 6. maddesinin amaçları
bağlamında davanın ayrılmaz bir parçası olarak düşünülmelidir (Hornsby/Yunanistan, § 40; Scordino/İtalya (No. 1)
[BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 196). Kamu otoriteleri, nihai yargı kararına
uymak için gerekli önlemleri almada başarısız olduğu takdirde 6/1. maddenin
hükümlerini tüm yararlı etkilerinden mahrum bırakmış olurlar (Burdov/Rusya, § 37).
30. AİHM, yukarıdaki prensiplerin -sonuçları davacının medeni
hakları üzerinde belirleyici olan idari uyuşmazlıklara ilişkin yargılamalar
bağlamında- daha büyük bir öneme sahip olduğunu ifade etmektedir. Gerçekte
davacı, devletin en üst idari mahkemesi önünde iptal başvurusunda bulunmak
suretiyle yalnızca hakkında itirazda bulunulan kararın iptalini değil aynı
zamanda ve her şeyden önce söz konusu kararın neticelerinin ortadan
kaldırılmasını talep etmektedir. Dolayısıyla davacının etkili bir şekilde
korunması ve hukuka uygunluğun yeniden sağlanması, idari makamların kararı icra
etme yükümlülüğünün olmasını gerektirir (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32).
31. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının lehine
karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda
Sözleşme"nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir
anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir
yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi 6. madde anlamında davanın tamamlayıcı unsuru olarak
değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).
32. AİHM, Sözleşme"nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine
ulaşma hakkının sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil aynı zamanda o
yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de
koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, §
54).
V. İNCELEME VE GEREKÇE
33. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda
başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
34. Başvurucu; lehine verilen on üç ayrı iptal kararının
uygulanmadığını, bu nedenle mesleki ilerlemesinin ve özlük haklarındaki
iyileşmenin engellendiğini, maddi yönden zarara uğradığını ve anayasal haklarının
ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
35. Anayasa"nın "Hak
arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
36. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Yasama ve yürütme organları ile idare,
mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını
hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremez."
37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan
hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini
kendisi takdir eder (Tahir Canan, B.
No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu çerçevede başvurucunun yukarıda yer verilen
şikâyetlerinin özünün kesinleşmiş yargı kararının uygulanmadığı hususuna
ilişkin olduğu görüldüğünden belirtilen ihlal iddiası, niteliği gereği kararın
icrası hakkı bağlamında incelenmiştir.
38. Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında; herkesin
yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu
olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır.
Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel
hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken
şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden
biridir. Bu bağlamda Anayasa"nın yasama ve yürütme organları ile idarenin
mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının
değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138.
maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi
gerektiği açıktır (Arman Mazman,
B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).
39. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü
ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak
iddia ve savunmada bulunma hakkını değil yargılama sonunda hakkı olanı elde
etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010). Bu
bağlamda mahkemeye erişim hakkı mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme
haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında
olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir
unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu
nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkemeye
erişim hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama
sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu
kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).
40. Öte yandan yargı kararlarının icrasında kararın niteliği ve
kapsamı, mahiyeti, icra edilebilme şekli, icra edilebilirlik hususunda açık ve
fiilî bir engelin varlığı gibi hususların da somut davanın koşullarına göre
ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir (Megasan İnşaat Sanayi Ticaret Taahhüt A.Ş., B. No: 2013/3401,
31/3/2016, § 37).
41. İdari yargı kolunda açılan davalar, idari fonksiyonun eylem
ya da işlem şeklinde tezahür etmesi üzerine idari fonksiyonu icra eden kamu
makamına karşı açılan iptal ve tam yargı davalarıdır. Dolayısıyla iptal ya da
kabul hükmünün muhatabı, organik olanı da kapsayacak şekilde fonksiyonel
anlamda idare makamları olmaktadır. Bununla birlikte idarenin yargı kararını
icra etmemesi/edememesi hâli salt kendi iradesinden kaynaklanmayabilir. Lehine
karar verilen kişinin ölmesi, mirasçısının bulunmaması, statüsünün değişmesi,
fiilî imkânsızlığın bulunması, uyuşmazlık konusu hukuki durumun ortadan
kalkması gibi örneklerin çoğaltılabileceği hâllerde kamu gücünün herhangi bir
dahli bulunmadan idarenin iptal ya da kabul hükmünü uygulaması fiilen mümkün olmaktan
çıkabilecektir. Bu gibi hâllerde kararın icrası hakkına yönelik olarak kamu
gücü tarafından gerçekleştirilen bir ihlalin varlığından söz edilemeyecektir.
42. Bu bağlamda kararın icrası hakkı; uyuşmazlığın mahiyeti,
icra edilecek kararın niteliği, yargılama sırasında veya sonrasında meydana
gelen maddi ve hukuki koşulların olası etkileri nedeniyle yargı kararının
mutlak anlamda uygulanmasının sağlanması yönünde bir güvenceyi içermemektedir.
Bununla birlikte adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin gerçek bir
karşılığının bulunması adına, yargı kararının kaçınılmaz olarak uygulanamadığı
hâller için uygulanamayan iptal kararına konu işlemin yarattığı maddi veya
manevi zararların giderilmesine yönelik etkin hukuk yollarının temin edilmesi
şarttır. Aksi durumun adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceleri anlamsız
ve içerikten yoksun kılacağı tartışmasızdır.
43. Anayasa"nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Bu
hüküm Türk hukukunda idarenin mali sorumluluğunun anayasal temelini
oluşturmaktadır. 2577 sayılı Kanun"un dava türlerini belirleyen 2. maddesi
hükmü ile de idarenin işlem ve eylemleri nedeniyle hakları ihlal edilenlerin
açabilecekleri tam yargı davaları etkin bir iç hukuk yolu olarak açıkça güvence
altına alınmıştır. Ayrıca uygulanmayan yargı kararları nedeniyle uğranılan
zararların giderimi için 2577 sayılı Kanun"un 28. maddesi, tazminat davası
açılmasına yönelik etkin bir imkân sunmaktadır (bkz. §§ 21-25). Hatta Danıştay
bu gibi uyuşmazlıklarda uygulanmadığı ileri sürülen kararın tebliğinden
itibaren on yıllık genel zamanaşımı süresi içinde idari başvuru
yapılabileceğini ve talebin reddi üzerine uğranılan zararın giderimi için tam
yargı davası açılabileceğini ifade ederek kişiler lehine dava açma hakkını
genişletici bir yorumda bulunmuştur (bkz. § 26).
44. Bu belirlemeler ışığında kararın icrası hakkını -uğranılan
maddi, manevi zararların yerine getirilmesi ile sınırlı da olsa- uygulama imkânı
bulunmayan kararlar yönünden güvence altına alan, etkin bir hukuki yolun
bulunduğu yadsınamaz. Dolayısıyla pozitif hukukumuzun yargı kararı ile iptal
edilmiş olsun ya da olmasın idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemleri nedeniyle
uğranılan zararların tazmini için etkili hukuki yollar temin ettiği açıktır.
45. Diğer taraftan bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği
gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun
yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu
şikâyetini öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak
iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara
sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni
göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek,
B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17). Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin
tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı
takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece
mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil
nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yolları ile çözüme
kavuşturulması esastır. İddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim
mekanizması içinde giderilememesi durumunda bireysel başvuru yoluna
başvurulabilir (Bayram Gök, B.
No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 17, 18).
46. Başvurucu 1995 ile 2008 yılları arasında (1998 yılı hariç)
kalan döneme ilişkin orta ve iyi olarak düzenlenmiş sicil notlarını dava konusu
etmiş ve bu siciller yargı kararları ile iptal edilmiştir. Başvurucunun
kararların uygulanması istemi ise fiilî olarak mümkün olmadığı gerekçesiyle
İdarece reddedilmiştir. Somut başvuruya temel olan süreçte esasa ilişkin olarak
verilen, kesinleşmiş fakat uygulanmamış olan bir yargı kararının varlığı
hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
47. Başvuruya konu iptal kararlarının uygulanması başvurucuya
yeniden sicil notu takdir edilmesi ile mümkündür. Ancak uyuşmazlık konusu
yıllara ilişkin olarak geçmişe yönelik değerlendirme veya gözlem yapılmasının
mümkün olmaması karşısında iptal kararının uygulanmasının fiilen mümkün
olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucunun ihlal iddiasına konu
ettiği temel husus, iptal edilen hukuka aykırı sicil notları dolayısıyla
mesleki ilerleme sağlayamamış ve özlük hakları yönünden geri kalmış oluşu
nedeniyle uğradığı zarardır. Bir başka ifadeyle başvurucu, iptal kararının
uygulanması ile elde edilecek yeni sicil notlarının getireceği olası mesleki
ilerlemeyi/özlük haklarındaki iyileşmeyi elde edememiş olmaktan şikâyet
etmektedir. Başvurucunun iptal kararlarının uygulanmamasına bağladığı sonuç
budur. Mesleki ilerleme de sicil notlarının referans olarak alınabileceği 657
sayılı Kanun uyarınca açık ise de mesleki ilerleme ve özlük haklarındaki
iyileşme için idarenin farklı edimlerde bulunması, atama veya yükseltmeye
yönelik yeni işlemler tesis etmesi gerektiği açıktır. Diğer bir deyişle başvurucunun
iptal kararının uygulanmaması nedeniyle ulaşamadığını/elde edemediğini ileri
sürdüğü hususlar, sicil notunun yeniden daha yüksek olarak belirlenmesinin
doğrudan bir sonucu değildir. Bu anlamda iptal kararının uygulanmasının
doğrudan bir sonucunun elde edilmesinden değil iptal hükmünün olası/ikincil
sonuçlarının elde edilememesinden kaynaklı bir zarardan şikâyet edilmektedir.
Yukarıda örnek kararlar da sunularak aktarıldığı üzere idarenin hukuka aykırı
işlemleri ve/veya uygulanmayan/uygulanamayan yargı kararları nedeniyle
uğranılan zararların tam yargı davası yolu ile elde edilmesi mümkündür.
48. Başvurucu iptal kararının uygulanmamasının bir sonucu olarak
gösterdiği ve kararın icrası hakkının ihlali iddiası ile ilintilendirdiği
zararlar için 2577 sayılı Kanun"un 2. veya 28. maddesinde yer alan hak arama
yollarından birine başvurarak dava açtığı yönünde bir bilgi/belge sunmamıştır.
Diğer bir deyişle başvurucu; kararın icrası hakkı yönünden, uğranılan
zararların giderimi adına etkin bir yol sunan tazminat davası imkânını
kullanmamıştır. Sonuç olarak başvurucu, ihlal iddiasına konu ettiği hususları
ileri sürebileceği olağan kanun
yolunu tüketmeksizin bireysel
başvuruda bulunmuştur.
49. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik
koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru
yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar
verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle
KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA
23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
